Efsaneye göre, güney Yunanistan’da bulunan Delfi tapınağının kahin rahipleri (Gaia) bu güçlerini toprak tanrıçası Gaia’dan doğma, yarı yılan yarı ejderha olan tasfir edilen Python’dan alıyorlardı. Gaia, Zeus’un eşlerinden biri olan yeğeni Hera’ya, Zeus’un başka bir eşi olan Leto’dan doğacak ikizlerin Hera’nın çocuklarından üstün olacaklarını kehanetinde bulunur. Bunu engellemek ve Leto’yu boğdurmak için Python görevlendirilir. Lakin Zeus bunu engeller. Leto Artemis ve Apollon’u doğurur. Büyüyüp güçlenen Apollo’nun intikamı gecikmez, Python’u öldürür, kanını Delfi ovasına akıtır.
Kendi başına soyut kalabilir ama Marx bu efsaneyi „Louis Bonaparte’nin 18. Brumaire’i“ adlı eserinde, Fransa’nın 1848 devrimi ve sonrasında 4,5 yıl gibi biri dönemi kapsayan; devrimin kanla bastırılmasıyla başlayan, Louis Bonaparte gibi çapsız bir komedi figürünün adım adım tüm rakiplerini saf dışı bırakıp monarşik iktidarını nasıl oluşturduğunu anlatırken, bunu, dönemin siyasi ruhuna ve sonuçlarına uygun düşen bir şekilde şöyle tasfir eder:
„Ve son olarak, ‚din ve düzen‘ in yüksek rahipleri bile [Gaia] üç ayaklı iskemlelerinden tekmelerle kovulur, gecenin bir yarısında yataklarından kaldırılır, cezaevi nakil araçlarına tıkılır, ya zindana atılır ya da sürgüne gönderilir; din, mülkiyet, aile ve düzen adına tapınakları yerle bir edilir, ağızları mühürlenir, kalemleri kırılır, yasaları yırtılır. Düzen fanatiği burjuvalar sarhoş asker güruhları tarafından balkonlarında vurulur, kutsal aile çocukları kirletilir, evleri vakit geçirmek için bombalanır: mülkiyet, ailei din ve düzen adına. Sonunda burjuva toplumunun ifrazatı [balgam, irin vs.], düzenin kutsal falanksını oluşturur ve kahraman Krapülinski [Louis Bonoparte] „toplumun kurtarıcısı“ olarak Tuileries’ye [Tuileries Sarayı’na] taşınır.“ (Karl Marx, Louis Bonoparte’in 18. Brumaire’i, s. 33).
„Toplum kurtarıcısı“ monarşların sonunda bir saraya taşınma serüvenini genel bir paradigma değişimi, iktidar gösterisi olarak anlayabiliriz ve bu Türkiye toplumuna da hiç de yabancı değildir. Erdoğan da her türlü ali cengiz oyunuyla, tüm muhalefeti hizaya getirmiş, yer yer kendisini alkışlatarak adım adım kendini iktidara taşımış, sonunda muradına ermiş Beştepe’deki sarayına yerleşmiştir. Bu konuya bir daha döneceğiz ama bunu daha iyi anlayabilmek için, önce, 1848 proleter ayaklanmanın kanla bastırılmasından sonra, Fransa Ulusal Meclisi ve orada temsil edilen siyasi partilerin hazin durumuna Marx’ın gözünden bakmakta fayda var.
Marx’a göre Şubat 1948’de Louis-Philippe devrilmesiyle kurulan hükümetin kendisini „geçici“ olarak ilan etmesi, asıl göreveni „ mülk sahibi sınıfın içindeki siyasal ayrıcalıklara sahip çevreyi genişletecek ve mali aristokrasinin tek başına egemenliğine son verecek bir seçim reformuyla“ sınırlaması, sonun başını hazırlayan ilk faktör olmuştu. Kendisini bununla sınırlamayan „halk barikatların üstüne çıktığında, Ulusal Muhafız pasif kaldığında, ordu ciddi bir direnç sergilemediğinde ve kraiyet ailesinin üyeleri kaçtığında, cumhuriyet, kaçınılmaz bir sonuç olarak görüldü, […] Cumhuriyet’i elindeki silahlarla kazanan proletarya, üzerine kendi damgasını vurdu ve onu sosyal cumhuriyet olarak ilan etti.“ (s.28)
Kendisini zaten geçici ilan etmiş her türlü güvenden yoksun kurucu hükümet gibi Paris proleteryası da bu aniden patlayıveren halk ayaklanması karşısında hazırlıksız yakalanmış, önüne düşüvermiş bu tarihsel gelişmelere mest olmuş bir şekilde bakakalmıştır. Buna karşın eski toplumun monarşik ve küçük burjuva güçleri proleter ayaklanmaya karşı kendi aralarında toplanmaya, gruplaşmaya çoktan başlamışlardı bile: „Louis-Philippe’in burjuva monarşisinin yerine yalnızca burjuva cumhuriyeti geçebilir; yani, kralın adı altında burjuvazinin sınırlı bir bölümü hükmettiyse, şimdi, halk adına burjuvazinin bütünü hükmedecektir. Paris proletaryasının talepleri, icaplarına bakılması gereken ütopyacı saçmalıklardır.“ (s.30)
Paris Proletaryasının buna cevabı Haziran ayaklanmasıyla sert oldu ama hazırlıksız yakalanmanın bir sonucu olarak yenilmekten kurtulamadı. Yenilgiden sonra 3000’den fazla isyancı katledildi, 15.000’i yargısız bir şekilde sürgüne gönderildi. Proleter isyana karşı burjuva cumhuriyeti zafer kazandı.
Kazanmadı. Haziran ayaklanması sırasında, anarşizmin, sosyalizmin, komunizmin partisi olarak gördükleri proleter sınıfa karşı Düzen Partisi’nde birleşen tüm güçler, yine eski toplumun replikleri „mülkiyet, aile, din, düzen“ adına bu sefer birbirlerine düşecekler, rakiplerini amansızca saf dışı bırakmanın yollarını arayacaklardı. Cumhuriyet burjuvazisinin görece ortak sınıf çıkarları ilk fırsatta tersyüz olacak, kendi zıttına dönecekti.
İstanbul sermayesine karşı anadolu sermayesi, Cumhuriyet rejimine karşı padişah hayranı Erdoğan, muhafazakar anadolu burjuvazinin İstanbul burjuvazisine karşı çıkarları için nasıl biçilmiş kaftan idiyse, Cumhuriyet burjuvazisine karşı, kral hayranı monarşik burjuvazi için Louis Bonaparte de öyle biçilmiş kaftandı. Direk bir karşılaştırma yapılamaz belki ama Erdoğan’la Louis Bonaparte’nin benzerlikleri sanıldığından çok fazladır.
Aralık 1848’de Cumhurbaşkanı seçilen Louis Bonaparte’nin anayasanın 44. Maddesine göre hukuken hiç bir surette Cumhurbaşkanı olma yetkisi yoktur. Anayasanın 44. Maddesi „ Fransız Cumhuriyetinin cumhurbaşkanı, Fransız yurttaşı olma niteliğini hiçbir zaman yitirmemiş olmalıdır“ diye yazar. Lois Bonaparte zamanen hem İngiltere’de polis memurluğu yapmış hem de İsviçre vatandaşlığına kabul edilmişti. Erdoğan’ın da diplamasız Cumhurbaşkanlığı az tartışılmadı.
Louis Bonaparte, burjuva cumhuriyetçileri ve kralcı Düzen Partisi burjuvazisiyle proleter ayaklanmayı bastırdıktan sonra hemen, kralcı Düzen Partisi‘yle hareket edip burjuva cumhuriyetçilerine karşı birleşir. Proleter ayaklanmayı bastırdıktan sonra sıra burjuva cumhuriyetçilerine gelmiştir ve bu işi Mayıs 1849’a kadar tamamlar. Haziran ayaklanması döneminde „Düzen Partisi“inde birleşenlerin ilk işi şimdi de bir klik olarak Ulusal Meclis koltuklarını hala elinde tutan burjuva cumhuriyetçilerini saf dışı bırakmak olur. Louis Bonoparte bununla da yetinmez, mutlak monarşisini kurmak için sıra nihayet Düzen Partisi’ne gelmiştir ama 10 Mart 1850 seçimleri bunu engeller çünkü Paris yalnızca Sosyal Demokrat adayları seçmiş ve oylarını bir Haziran 1848 isyancısında birleştirmiştir. Louis Bonoparte Düzen Partisi’ne karşı bir darbe hazırlığındayken, kendisi, yeniden bir devrimle karşı karşıya kaldığından korkarak „29 Ocak 1849’da olduğu gibi, 13 Haziran 1849’da olduğu gibi, 10 Mart 1850’de Düzen Partisi’nin arkasında kayboldu. Başını eğdi, korkakça özür diledi,parlemento çoğunluğunun emriyle istenen her tür hükümeti atayabileceğini bildirdi. Hatta Orleans’cı ve meşruiyetçi parti liderlerine […] devlet idaresini kendi ellerine alması için yalvardı.“ (s. 84).
2015 seçim hezimetinden sonra Erdoğan da Devlet Bahçeli’ye koalisyon ortağı olmaması için yalvarmış olabilir mi? Bunu bilemeyiz ama Bahçelinin, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde bir hezimet yaşayıp tek başına hükümet kuramayan AKP’ye koalisyon ortağı olacağı yerde, neden bunu reddedip seçimleri tekrarlatmaya, ve oradan başkanlık sistemi heveslisi daha güçlü bir Erdoğan’ın çıkmasına sebep olduğuna; Cumhur İttifakıyla işi nasıl Erdoğan’ın ortağı olma mertebesine götürebildiğine bakmak gerekir. Erdoğan’a ve AKP’ye onca hakaret ettikten sonra Devlet Bahçeli’nin Cumhur İttifakında ne aradığı sorulabilir elbette… “AKP’den hesap sormazsam namerdim!” dedikten sonra AKP’ye geçen Soylu’nun da AKP’de ne aradığını sormak da elbette yerindedir. Bu eski devlet bağlantılı Ergenekoncu tayfanın Cumhur ittifakında ne işleri olabilirdi? Ergenekon ve Balyoz davalarının düşürülmesi, yükselen Kürt özgürlük hareketinin tankların ve bombaların altında ezilmesi („Vatan Millet Sakarya“), 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk ve rüşvet skandalı, Gezi Direnişi’yle kimyası iyice bozulan Erdoğan’ın iktidarının devletin bekası yalanıyla sağlamlaştırılması.
Louis Bonaparte,nin bitmek tükenmeyen manevraları, karşısındaki tek mufalif Düzen Partisi’ni çaresiz ve zavallı bir konuma itiyor, onu korku içinde, yürütme gücüyle girilebilecek her tür belirleyici çatışmayı önlemeye, zayıflatmaya, örtbas etmeye zorluyor, proleter Devrime karşı elde edilen zaferleri yetirme korkusuyla, ona, bu zafelerin meyvelerini rakiplerinin toplamasına izin verdiriyordu. „Fransa başka her şeyden önce huzur istiyor“du. (s.100). Louis Bonaparte ne zaman iktidarı gasp etmeye yönelik eylemler yapsa, ne zaman Düzen Partisi buna tepki verse, Bonaparte Düzen Partisi’ne aynı şiarla sesleniyordu: „Fransa başka her şeyden önce huzur istiyor.“
Bunun Türkiye’deki karşılığı „Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü“dür. „Milli birlik ve beraberlik“ dir. Siyasi partiler rakiplerini bu temelden hareket ederek, bölücü, terörist unsurlarla işbirliği yapmakla suçlayıp sustururlar. Erdoğan kontrollü bir darbeyle kendisini terör maduru gösterir. Buna tam inanmadığı halde ana muhalefet partisi başta olmak üzere „Milli birlik ve beraberlik“ adına Yeni Kapı’ya koşarlar, Erdoğan’ın kontrollü darbesinin basit bir parçası olurlar. Yeni toplumun tüm komik figürleri, eski toplumun kahramanlarının kostümleriyle sahnede yerlerini almışlardır. Erdoğan Abdulhamid’in, Kılıçdaroğlu Atatürk’ün, Bahçeli Mete Han’ın kıyafetlerini giymiştir.
Bu kostümler ama hiçbirisinin bedeninde sabit değildir. Sık sık bir kıyafet orgiesine şahit olunur. Abdülhamid hayranı Erdoğan örneğin ne zaman sıkışsa Atatürk’ün kıyafetlerini giyiverir. „İki ayyaş“ bir an yine başkomutan Mustafa Kemal Atatürk ve Lozan kahramanı İsmet İnönü oluverir. Sosyal Demokrat parti liderleri kah Abdülhamid’din kah Mete Han’ın kıyafetleriyle dolaşırlar. Kıyafet Orgiesi iyice kızıştığında, hızını alamayan orgien grup, hep birlikte savaş tezkereleri hazırlarlar, kayyumlar atarlar, milletvekili dokunulmazlıklarını kaldırırlar, gayri hukuki bir şekilde demokratları hapislere tıkarlar.
Marx’ın Hegel’e atıfta bulunarak sarfettiği o şahane replik burada en iyi ifadesini buluyor: „Hegel, bir yerlerde, dünya tarihindeki tüm büyük olguların ve kişilerin, bir anlamda, iki kez ortaya çıktığını söyler. Şunu eklemeyi unutmuş: birinde trajedi, diğerinde komedi olarak. […] Tüm ölmüş kuşakların geleneği, yaşayanların beyinlerine bir kabus gibi çöker. […] onların adlarını ve kostümlerini ödünç alırlar.“ (s.19).
Amcası Napolyon Bonoparte’dan ödünç aldığı kostüm içerisinde kendi komikliğini dünya tarihi sanan, Marx’ın tabiriyle, bu ciddi soyrtarı, Louis Bonapart, bitmek tükenmeyen Ali Cengiz oyunlarıyla muradına ermiş Tueleries Sarayı‘na taşınmayı başarmıştı. Tarihin bizim karşımıza çıkarttığı ebedi soru ise, yaptığı onlarca manevrayla, sadece muhalif rakiplerinini değil, yol arkadaşlarının siyasi kaderleri de dahil olmak üzere, tüm kadrolarını; bürokratlarını yerinden oynatarak, görevden el çektirerek, aflarını buyurtarak, hapse tıkarak, ayağını kaydırarak, sürgüne yolleyarak bir saraya taşınan tek soytarı Louis Bonaparte mi? Veya buna görerek ve bilerek müsade eden, „Fransa her şeyden önce huzur istiyor“ havasında çapsız bir monarşa ödünler veren muhalefet sadece 175 yıl önce Fransa’daki muhalefet miydi? Erdoğan bir padişah edasıyla sarayına taşınırken, meclisten tekmelerle kovulan aslında halkın kendisi değil mi?
Ta kendisiydi. Erdoğan şimdi, yargıyı tamamen ele geçirmiş, meclisi dumur etmiş bie vaziyette yarınki yerel seçimleri bekliyor. İki Cumhurbaşkanı seçimini Erdoğan’a hediye eden, basiretsiz muhalefetin sonsuz katkılarıyla tahtına iyice yerleşen Erdoğan şimdi sarayında seçim sırasında ve seçimlerden sonra devreye sokacağı darbeleri hesaplıyor. Türkiye’nin şu an en demokratik siyasi programına sahip DEM parti'nin kazanacağı belediyelere kayyum atayacağı daha şimdiden belli de, CHP adaylarına karşı nasıl dümenler çevireceğini kimse kestiremiyor. Bunun gölgesinde ana muhalefet partisinin kopardığı tüm seçim yaygarası bir komiklikten öteye gidemiyor. Erdoğan’a karşı çıkardığı bütün gürültüye karşın, belediyelerin rantını yemek üzere temsil ettiği sermayenin (İstanbul burjuvazisinin) küçük çıkarlarını korumaya razı olmuş görünüyor. Artık iyice palazlanan, Erdoğan’ın temsil ettiği büyük Anadolu sermayesi ise iftarını sarayda, Erdoğan’ın sofrasında açıyor. Bizim yarı küçük burjuva Türk sosyalistlerimiz de, DEM parti’nin bileşenleri olarak Lenin’in kıyafetleriyle kendilerini işi bitirilmiş meclislere atmaya çalışıyorlar.
Erkan Kurukavak, 30.03.2024
Comments